Güne annemin dün akşam pat diye kesiliveren televizyonunu canlandırma çalışmalarıyla başladım. Televizyoncu "abla dükkana getirirsen bakarım, yarım saat buradayım" dedi.
Getirirsen bakarım dediği televizyon değil, uydudan televizyona yayın aktaran ve benim olsa olsa bu bozuldu hükmüne vardığım küçük kutu.
Netekim, aletin adaptörü yanmış, yenisini alabilirmişiz ama zaten kutu da gitti gider halde imiş. Dolayısıyla yeni bir yayın aktarıcısı aldım, televizyoncu bir şeyleri ayarladı, götürüp takın, çalışır dedi.
Netekim, çalıştı.
Güne böyle hızlı bir başlangıç yaptıktan sonra pilatese gittim, bedenimi çalıştırarak kafamı rahatlattım.
Tam eve doğru yola çıkmak üzereyken Şulem mesaj attı. Bir 5 o'clock tea içsek, sen alışmışsındır yazdı, 5 geç dersen 4 da olur, hatta çay içmem dersen salep de olur, dedi. Sonra da ben bu minvalde devam edersem olay Laz fıkrasına dönecek diye ekledi.
İnsanın arkadaşından gelen mesajla gülümsemesi, günün devamının aydınlanıvermesi var ya, işte o paha biçilmez.
Dedim ki zaten sizin mahalleye geliyordum, o tarafta işim var, istersen sana geleyim. Böylece, çayı da salebi de es geçtik ve günün içeceği kahve oldu.
Bir şemsiyeci dükkanının önünden geçiyordum,
Eski usul bir dükkandı, vitrinde rengarenk şemsiyeler, içeride çeşit çeşit bastonlar,
Baba oğul dükkan sahipleri müşterilerle tatlı tatlı konuşuyor,
Güzeldi ve olay Londra'da geçiyordu.
Keşke bizde de bu eski usul dükkanlar böylece kalsa diye düşünmeden edemedim.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoşgeldiniz!