Gün erken başladı, deli dürtmüş gibi saat 6'da uyandım. Olsun, dün 23 gibi uyumuş olduğum için uykumu almıştım. Ortalığı toparlamak, odalara çocuksuz yaşam koşulları düzenini vermek için sabah S. temizliğe gelmeden önce işe girişeyim niyetindeydim, iyi oldu. Zaten saat 9'da kapı çaldı, eline çabuk S. geliverdi.
O alıştığı gibi yatak odaları tarafından işe başlarken, ben de mutfağa girdim, yemek yapmaya başladım.
Öğlende bir süredir çeşitli engeller nedeniyle yapamadığımız pilates dersine gittim. Hava raporları sabahtan itibaren yağmur bekliyordu, ancak bizim tarafa yağmurun y'si bile düşmedi, yağsa sevinecektim.
Eve dönerken kızım mesaj attı, havaalanına gitmiş, montunu soruşturmuş ve tesadüfen karşısına çıkan üç Belçikalı-Türk görevlinin de yardımıyla montun izi bulunmuş. Uçaklarda unutulmuş eşyaları gate'lerden terminal içine getiren kişi günde bir tur yapıyormuş ve bugünkü turunu yapmış bile. Dolayısıyla teslim alma işi sonraya kalmış.
Neyse, hani derler ya, "Allah fukarayı sevindirmek isterse, önce eşeğini kaybettirir, sonra buldurur" bizimkisi de şimdilik bulmaya yaklaşma hikayesi oldu.
Dünkü erguvana sırtınızı döndüğünüzde karşıda tarihi yarımada -hava oldukça kapalı ve puslu olsa da- Topkapı Sarayı, Sultanahmet Camii, Ayasofya'sıyla, denizdeki vapur ve motoruyla ve haliyle olmazsa olmaz martı uçuşuyla böyle görülüyordu.