Gün yine karanlık suratlı geçti, kuvvetli poyraza rağmen güneşimiz bulutların ağırlığıyla kaybolmuş gibiydi. Bir de yağmurumsu bir şey yağıyordu, toz halinde yağmur diye tanımlayayım.
Black Doves'dan bir bölüm daha izledim, bir yandan kan revan durumlarına sinir oluyorum -çocukken yaptığım gibi gözlerimi kapatıyorum- diğer yandan nereye bağlanacak bunca olay merak ediyorum.
Dünkü yazının son paragrafını biraz açayım, eksik kalmış günün hikayesi ya da gözlemleri.
İstiklal Caddesi kalabalıktı, genellikle turistler çoğunluktaydı.
Caddedeki kiliselerin önlerinde birer polis arabası bekliyordu, kiliselerin avluları hareketliydi, muhtemelen bir kısmı meraklı gözlemci ve selfieci insanlardı.
İstiklal'de Büyük mağaza vitrinleri dışında pek renk yoktu, tepede ışıklı süsler vardı, ancak gündüz yanmıyordu.
Galata Kulesine doğru dönün Galip Dede Caddesi boyunca tepede ışıklı süsler ve yazılar asılmıştı, ancak onlar da yanmak için geceyi bekliyordu.
Kulenin çevresinde kısa bir tur attıktan sonra önce Lüleci Hendek Caddesinden devam etmeyi düşündüm, yolu çok uzatacağım aklıma geldi, Yüksek Kaldırım'ı tercih ettim.
Şimdi haritaya baktım da doğru bir tercih olmuş, ama aklımda kaldı gelecek defa oradan geçmeli.
Aslında oradaki sokakların her birinin yüz yıllara uzanan hikayeleri var, halen daha defalarca yürünüp keşfedilmeyi bekler gibiler.
Galata kulesinin çok fotojenik olduğu su götürmez,
Arkadan sızan gün ışığı huzmesi ayrıca yakışmış.
Lüleci Hendek'de ne kadar güzel değeri bilinmemiş apartmanlar vardı, 2009'da geldiğimde gitmiştim, şimdi nasıldır bilmiyorum, gidince bilgilendir bizi de...
YanıtlaSil"Ama şu Kız Kulesi'nin aklı olsa
YanıtlaSilGalata Kulesi'ne varır
Bir sürü çocukları olur.." demiş ya şair, tam öyle, masalsı, büyülü mekanlara ev sahipliği yapıyor bu şehir...büyülü...ama çıldırtıcı da (az önce maslak-erenköy hattını 3 saatte geldim!)
Ah İstanbul, tüm yoruculuğuna, tüm eziyetine ve kalabalığına rağmen ne güzelsin!
YanıtlaSil