Sabah erkendi henüz, mayaladığım ekmek hamurunu buzdolabından çıkarmış ve ısıttığım fırına yerleştirmiş kuruyan çamaşırları topluyordum.
Çaat! Elektrik gitti. Hadi bakalım, ne zaman gelir acaba?
Bir kaç dakika bekledim, yapacak bir şey yok. Elektrik ne zaman gelirse fırın o zaman çalışacak, çaresiz.
Sinirimi geçirmek için egzersize başladım. yarım saat sonra egzersiz bittiğinde gelmedi gitti diye söyleniyordum tam, elektrik geldi, fırın çalıştı.
Artık eğrisi doğrusuna denk geldi herhalde, pişme süresi dolduğunda fırınından çıkardığımda, ekmek biraz az kabarmış ama neyse ki hamur olmamış halde pişmişti.
G.G. Marquez'in romanından uyarlanan "Yüz Yıllık Yalnızlık" dizisine seyretmeye başladım. Günde bir bölüm ancak seyrediyorum, bugün 4. bölüme geldim.
Romanı okuyalı o kadar uzun zaman oldu ki, okurken büyülendiğim dışında hiç bir şey hatırlamıyorum. Diğer yandan ekranda izledikçe yine bir büyülü hale tanık olmaktan memnunum, dizinin akışını keyifle izliyorum.
Öğlende bizim butik AVM'ye giderken arka sokağın köşesindeki çiçekçiyi görünce gülümsedim, sırtını güneşe vermiş ısınıyordu.
ne güzeldi değil mi hava dün? ve çiçekçinin oturuşu günün havasını nasıl güzel anlatmış ;) eve uzun bir aradan sonra yeniden bloglara döndüm bugün...
YanıtlaSil