14 Mart 2021 Pazar

14 Mart Pazar

Dün gece yine nöbetçi uykusuz idim. Gerçi, sabah öğrendiğime göre, annem  uykusuzluk nöbetime kendi evinde eşlik etmiş.

* Uykusuz her gecenin sabahında olduğu gibi biraz geç toparlandım, kahvaltıya saat 11'i geçerek oturduk. Kulağıma radyoda çalan bir Candan Erçetin şarkısı takıldı o ara. 
Onu ilk kez Milliyet Gazetesinin Liselerarası Müzik Yarışmasında Galatasaray Lisesinin solisti olarak dinlemiştim, yıl 80-81 gibi olmalı. En önemli rakipleri Kadıköy Anadolu Lisesi ve onun solisti Seden Gürel idi. Nasıl eğlenceli, çekişmeli, keyifli yarışmalar olurdu.
Sonra biraz eski şarkılarını dinledim Candan'ın. İçlerinden birini şuraya ekliyorum, kulak pası silmek için, umut vermek için birebir. Elbette!

** Öğlende yine bir fasıl kaçak yürüyüş yaptım, uzatılmış yollardan geçerek, dolanarak yumurta ve erişte aldım, göz banyosu niyetine çiçek açmış ağaçlara baktım, eve döndüm.

*** Akşamüstü, kitap kulübümüzün zoom toplantısı vardı. 
Okuduğumuz ve konuşacağımız kitap F. M. Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar'ıydı.

Roman olarak adlandıramayacağım, iki bölümlü eserin ilk bölümünde Dostoyevski, o döneminin ünlü ve kabul gören düşünce adamı Çernişev'in görüşlerine karşı bir manifesto yazmış gibi. 
Burada yazar insanın özgür iradesini korumak amacıyla, kendi izole ve bencil dünyasında kendi çıkarlarına aykırı bile olsa irrasyonel kararlar alabileceğini  savunur. Toplumların iyi, güzel, yüce idealler peşinden koşmaya yönlendirilmesini ütopyadan başka bir şey olmayacak "Kristal Saraylar" kurmaya benzetir.
Kitabın ikinci bölümü, baştaki manifestonun ispatı niteliğinde bir karakter yaratmak ve onun yaşadıklarını anlatmak üzerinedir. Böylelikle insanın acı çekmeye müthiş düşkün ve tutkuyla sevmek isteyen, bir yandan da kendini yiyip bitiren hallerini anlatır.
Yazarın bu eserinin, özellikle Fransız varoluşcu yazarlarının fikirlerinin oluşumu üzerinde oldukça etkili olduğu söylenir. 

Kitabı okumaya başladığımda oldukça zorlandım. Karşımda olay akışı  olmayan monologmuş gibi duran bir metin vardı. Kitabı karıştırınca sayfalar ilerledikçe başka bir bölüme geçildiğini fark ettim ve okumaya devam ettim. 
Şimdi, bu kararımdan memnunum, ileride Dostoyevski okumak konusunda biraz daha cesaretlenince, Suç vre Ceza'yı, Karamazof Kardeşleri okumayı istiyorum. 



Dip Not:
Mahallemizin kompakt ve ölçülü  AVM'sinin önündeki çıplak ya da yapraksız manolyalar açmaya başladı.
Artık, gün be gün yeni açılmışları seyir zamanı.

6 yorum:

  1. İş bankası yayınları çevirisinin 3. ya da 4. sayfasında diyor ya “40 yaşından fazla yaşamak ayıptır; bayağılıktır, hattâ ahlâksızlıktır”..
    Ve sanırım kumarbaz’ın bir yerinde “40 yaşında ama hâlâ diri bir kadındı” :))) Ondan sonra biraz allak bullak olsam da, devirdiği çamlara rağmen en sevdiğim klasik yazar....

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazarımız 60'ında ölmüş, pek çok ustalık eserini 40'ından sonra yazmış. Üstelik o satırları yazdığında 40'a epey vakit varmış.
      Doğrusu ben de gençken 40 yaşındakilerin nerdeyse bir ayaklarının çukurda olduğunu düşünürdüm. Şimdiye gelince, kırktan sonrasının hayatın artık tadına vararak sakince yaşandığı yaşlar olduğunu söyleyebilirim. Hele 50'yi geçince her şey kıymete biniyor, bir de. :))
      Dostoyevski insanın hani derler ya "ciğerini görmüş" bir yazar gibime geliyor. Okuyacağım yine.

      Sil
  2. Bu manolya ağaçları insana yaşamayı sevdirir cinsten yahu. Mucize gibi bir şey!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değil mi? O kuru dallardan pırıltılı bir tomurcuk çıkıyor ve açılıp nefis bir çiçek oluyor. Yaşamın mucizelerinden. :)

      Sil
  3. Ah Milliyet Liselerarası Müzik Yarışması! Ne güzeldi Spor Sergi Sarayı'ndaki o konserler, o heyecan! Bizim okulun da ikinciliği vardır. 1989 olmalı. Çok iyiydi solistimiz allah için. Alan Parsons Project Too Late parçasıyla katılmıştık, ama o sene 'Leman Sam'ın kızı işte' dedikleri biri birinci olmuştu iyi mi? Şehnaz Sam'dı sanırım, onun yaşı tutuyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eskilerde yaşadığımız her güzelliği, onlar çok sıradan ve sade bile olsalar, özlemle arar, anar olduk.
      Bilemiyorum, belki sadece eski güzel günler oldukları için böyle düşünüyoruz, belki de az olanın değerli olduğu zamanları yaşamış olduğumuz, sonradan gelen bolluğun pek bir hayrını görmediğimiz için böyle hissediyoruz.
      Güzel zamanlardı. :)

      Sil

Hoşgeldiniz!